Tutunmayı Bıraktığında Başlar Gerçek Özgürlük

Hayat, çoğu zaman tutunmakla geçiyor.
Bir ilişkiye, bir fikre, bir alışkanlığa, bir role…
Bazen bizi acıtsa da, artık gelişmemize hizmet etmese de, tanıdık geldiği için bırakmıyoruz.
Çünkü tutunmak bize kontrol hissi veriyor. Güvende hissettiriyor.
Ama ya gerçek özgürlük, bırakabilmekte saklıysa?
Artık seni beslemeyen bir ilişkiye mi?
Seni yoran bir sorumluluk duygusuna mı?
Kendini tanımladığın bir role mi?
“Ben buyum” dediğin bir kimliğe mi?
Geçmişte aldığın bir karara, bir hatıraya, bir yaraya mı?
Tutunduklarımız sadece fiziksel şeyler değildir.
Bazen bir düşünceye, bir pişmanlığa, bir “keşke”ye de sıkıca tutunuruz.
Ve işin ilginç yanı şu:
Bizi en çok yoran şey, çoğu zaman dış dünya değil; tutunduğumuz içsel yüklerdir.
Hayat bir nehir gibi akar.
Biz ise bazen o nehrin ortasında bir dala tutunuruz.
Oysa tutunmak bizi nehrin akışından, doğal ritminden koparır.
Su akmak ister, bizse "hayır" deriz.
Zihnimiz sorar:
"Ya bırakırsam ne olur?"
"Ya kaybedersem?"
"Ya artık geri dönemezsem?"
Ama unutma:
Bırakmak kaybetmek değil, kendine yer açmaktır.
Tutunduğun şeyin seni tanımlamadığını anladığın an, derin bir içsel özgürlük başlar.
Önce boşluk hissi gelir.
Ardından hafiflik…
Sonra yeni bir enerji, yeni bir nefes…
Bırakmak, bazen bir sürecin sonudur; bazen de yepyeni bir başlangıcın sessiz kapısıdır.
Ve en önemlisi: Bıraktığında, aslında kendine geri dönersin.
Bazen yıllarca tutunduğun bir şeyi, bir anda bırakmaya cesaret edersin.
Çünkü yorulmuşsundur. Çünkü büyümüşsündür. Çünkü artık eski sen değilsindir.
Bırakmaya hazır olduğun zaman, içinden bir ses şöyle der:
“Artık gitmesine izin verebilirim.”
Tutunmak kontrol verir, bırakmak güven ister.
Gerçek güç ise, ihtiyacın kalmadığında bile bir şeyi sevinçle bırakabilmektir.
Çünkü sen o yük değilsin. O ilişki, o hikâye, o korku, senin tanımın değildir.
Gerçek özgürlük, içsel olarak hafiflemekte yatar.
Ve bazen tek yapman gereken şey, artık sana hizmet etmeyenleri şefkatle bırakmaktır.